En güzel başlık bu olabilir evet,
Kasım'da Yedigöller başkadır. Katlanıp biraz çilesine, uzun yoluna, gitmek görmek yaşamak gerek...
Birbirinden güzel 7 göl...
Nazlıgöl, Sazlıgöl, Seringöl, Deringöl, İncegöl, Kurugöl ve Büyükgöl...
Ve onların arasından, ormanın her yanında yürüyüşünüz boyunca size eşlik eden dereler, şelaleler...
Yapraklar artık sarı hali bırakıp kırmızıdan kahveye dönmek üzere... Kış öncesi yerlerini almışlar, beyaz karı bekliyorlar, üstlerini örtmelerini ve uykuya dalmayı böylece...
Ve üşümek,
Dağ evinde bizi karşılayan buzdan yatak...
Sokulup hepimiz aynı yatağa ısınmaya çalışmak, Kesik elektrikler, musluktan akan buz gibi su...
Evin alt katında yer alan ve üst kattaki yatak odasına hiçbir hayrı dokunmayan şömine...
Çilesi vardı evet ama güzelliği için başımız üstüne dedik...
Bu güzellikte çocuklarla birlikte geçen her anın kıymetini bilmeye çalışarak...
Toplanıp ahali şöminenin başına tabu oynadıkça, şömine ateşinde marsmellowları şöyle bir ısıtıp yuvarladıkça unutmak soğugu, bizi bekleyen buzdan yatakları, sabahı nasıl edeceğimizi:)
keyfine varmak yemenin içmenin, mangalda sucuk ekmek yemenin, yılbaşı akşamı kıvamında bir akşam geçirmenin...
Sabah erkenden uyanıp kapıdan dışarı adımımızı attığımızda bizi karşılayan orman, göl, temiz hava, sessizliği bozan su ve kuş sesleri sadece...
Hayalimdi geçtiğimiz seneden beri içimde taşıdığım, gerçek oldu.
Kısmet seneye yazın yeniden gidip çadır kurmakta olsun...
24 Kasım 2011
18 Kasım 2011
CARTE DOOR YENİ TATLI SERİSİ
Reklam olarak algılanmasın ama buraya da yazmadan edemedim. Biri sizi sürprizleriyle hiç ummadığınız vakitlerde çok ama çok mutlu ediyorsa bir teşekkür edersiniz. İşte bu yazı bir teşekkür yazısıdır.
Sevgili Carte Door,
Son sürpizin ile mest olduk ailecek. İlk önce çikolatalı sufleyi denedik. Eşim dedi ki bir restoranda bir sufle ancak bu sufle kadar güzel olabilir. Daha da güzeli olamaz, yemedim şimdiye kadar.
Hakikaten öyle...
Sonra sırayı creme brule aldı... Bu kadar mı gönlün zengin, crem brulenin üzeri karamel ile doldu taştı, lezzeti kendini aştı... Bir paketin içerisinden çıkan iki ölçü de aynı gün yapıldı ve takip eden iki gün içinde tüketildi gitti aynı memnuniyetle...
Sırada Fondan ve Can'ın en başından beri anne bundan yap dediği Macaronlar var.
Belki torpili bu kez kendime yapıp Limonlu Keki yaparım...
Pudinglerimiz ise bekliyor sırasını...
Gönülden teşekkürler sana ve seni yaratan bizlere tanıtan ekibe...
İyi ki varsınız...
Sevgili Carte Door,
Son sürpizin ile mest olduk ailecek. İlk önce çikolatalı sufleyi denedik. Eşim dedi ki bir restoranda bir sufle ancak bu sufle kadar güzel olabilir. Daha da güzeli olamaz, yemedim şimdiye kadar.
Hakikaten öyle...
Sonra sırayı creme brule aldı... Bu kadar mı gönlün zengin, crem brulenin üzeri karamel ile doldu taştı, lezzeti kendini aştı... Bir paketin içerisinden çıkan iki ölçü de aynı gün yapıldı ve takip eden iki gün içinde tüketildi gitti aynı memnuniyetle...
Sırada Fondan ve Can'ın en başından beri anne bundan yap dediği Macaronlar var.
Belki torpili bu kez kendime yapıp Limonlu Keki yaparım...
Pudinglerimiz ise bekliyor sırasını...
Gönülden teşekkürler sana ve seni yaratan bizlere tanıtan ekibe...
İyi ki varsınız...
13 Kasım 2011
4. Ay Bittiğinde
3. ay yazımı şu cümle ile bitirmiştim…
“Biz yine fırsatlar elverdiğince açık havada, kalabalıklardan uzak, doğa içinde olacağız…”
4. ay yazıma ise şu cümle ile başlayabilirim evet…
Biz yine fırsat elverdikçe açık havada, kalabalıklardan uzak doğa içindeydik…
Mesela…
Ormana meşe palamudu toplamaya gittik geçen sene olduğu gibi, Tema Vakfı ile yapılan ortak gönüllülük projesi kapsamında…
Biz gittik, görev yerindeydik ancak meşe palamutları orada değildi!
Geçen sene bizi gani gani meşe palamudu ile gönderen Orman bu yıl meşe palamudu dökmemişti. Ağustos ayının yağmursuz geçmesinden sebep olduğu söylendi ve madem gittik bir şeyler ekelim deyip lale soğanları ekildi:)
Ormandan ellerimiz boş döndük ama parkında temiz havasında coşmanın keyfini yaşadık, ben dahil:) Ellerimiz boşmuş kimin umrunda ruhlarımız dolu döndük ya o yeter…
Saatler bir saat geri alındı, günler kısalmaya başladı ve bunu Can fark etti. Ne çabuk gece oldu diyor dışarıdaki karanlık havaya bakıp, isyan ediyor haklı olarak. Ona esaslı bir teselli hediyesi bulduk. Sadece ona mı hepimize bir teselli oldu. Çocukluğumuzun klasiği Tom ve Jerry ile tanıştırdık Can’ı…
Eşim ile ben nostalji yapıyoruz, Can ise hiçbir çizgi filmde olmadığı kadar kahkahalarla seyrediyor. 1950-1960 yıllarının yapımı bu çizgifilmler ile çok eğleniyoruz maaile…
Ve bayramda babannemizin-dedemizin yanına gittik… 4 gün göz açıp kapayıncaya kadar geçti. Güneşin yüzünü hiç sakınmaması sayesinde bahçedeydik çoğu vakit. İpek öğle öncesi uykularına bahçede salıncakta sallanırken daldı. Kuş sesleri eşliğinde abisinin ve kuzeninin koşturma sesleri arasında uyudu.
Dedesi atölyesinde Can’a istediği kılıcı, uçağı yaptı… Tatil boyunca oynanan oyuncaklardı.
Babannemiz mutfaktan çıkmadı, kadayıflar tepsi tepsi pişti. Sütlaçlar kase kase, kestaneler sıcak sıcak tüketildi. Bahçenin son domatesleri sofraya konuldu, balığın yanına bahçeden toplanan roka bol limonlu eşlik etti. Sütlerin kaymağı biz gelmeden çok önce biriktirilmeye başlanmıştı ve kaymak kaymak olalı böyle çalakaşık bol kepçeden yenmemişti:)
Sobanın üzerinde kızaran ekmek sofraya taşındı durdu, muhlama sıcak sobanın üzerinde erimiş tereyağıyla buluşmayı bekledi velhasıl bayramın hakkı fazlasıyla verildi.
Bayramda yenilenin içilenin hesabı yapılmaz. Adı üstünde bayramın hakkı verilmelidir ve verilmiştir de:) Hava güzeldi ya, bahçede Can kuzeni ile birlikte keyifle çalıştı, dedelerine yardım ettiler.
Yer yatağının keyfini, birlikte uyumanın keyfini sürdüler, ilk gece gülüşmekten kıkırdamaktan uyuyamadılar geç saatlere kadar... Ne çok imrenenleri vardı haberleri yoktu... Onları izlemek ayrı keyif olsa da çok isterdim onların yerinde olmayı ya da 3. kuzen olup aralarına katılmayı... O gülmelerin tadı artık hafızamda geçmişten bir anı, tadı artık hiçbir şeyde olmayan.
Bahçede olmanın tadını bizler de çıkardık doyasıya, güzün son ürünlerini dalında seyretmek, koparıp yemek bir mutluluktu evet...
Kötü oldu dönüşümüz haliyle… İstemeye istemeye isyanlar eşliğindeydi dönüş…
Güzün tadı üstündeydi bu tatilin
Bayram tadı vardı bol bol...
Ve güneş sıcaklığındaydı...
Etiketler:
ÇOCUKLU HAYAT,
GEZİLER(YURTİÇİ),
İPEK BÖCÜĞÜM
10 Ekim 2011
3. Ay Biterken...
Yaz bitti…
Gelen yağmurlar ile ikna olduk artık tamamdır, yaz bize elini sallayarak veda etmiş, yerini sonbahara bırakmıştır…
Geriye dönüp baktığımda güzeldi, güzel bir yaz geçti diyorum… İpek katıldı aramıza yaz ortası sayılabilecek bir vakitte… Onu beklerken de o geldikten sonra da güzeldi, dolu doluydu yaz… Can’ın birkaç hastalığını ve bademcik ameliyatını saymaz isek tabi… Nazar boncuklarıydı onlar yazımızın…
3.ayımız biterken İpek Kız artık bambaşka… Onunla konuşulması, hele de “Aguca” konuşulması en çok sevdiği şey… Bolca bedavaya dağıttığı gülücükleri var. Konuşma çabaları ise had safhada, karşılıklı çeşitli tonlarda agulaşıyoruz… Onun agusuna aynı tonda bir agu ile cevap verdiğimde anlaşıldığını konuşabildiğini görüp çok seviniyor sanki, büyük bir işi başarmışçasına:) Ufacık haliyle çok komik ve de şirin geliyor bize bu çabaları, tepkileri… Yalnız kalmayı sevmiyor, karşısında sohbet edebileceği, göz kontağı kurabileceği birilerini arıyor…
Yazı güzel geçirdik, geçirmesine de… Sonbaharı ve kışı nasıl geçireceğiz bakalım. Doğum sonrası kalan 5 kg mu bu günlere saklıyorum. Çocukların peşi sıra hastalanacağı günler gelecek, Can’ın kreşinden bolca hastalık taşınacak muhtemelen, onlar hasta olunca ben yemeden içmeden kesileceğim, uykusuz geceler olacak ve kilolar bir çırpıda gidecek diyorum geçmişe bakarak. Can’da doğum öncesi kilomun da altına bu şekilde düşmemiş miydim… Ama geçmişte şimdiki kadar rahat bir anne değildim ki!!! Şimdi artık ruhu da bedeni de hafif extralarge olmuş bir anne olarak bu günleri yine rahat bir şekilde mi yoksa eskisi gibi stres olup kendine bakmayı dip köşelere iten bir anne olarak mı geçireceğim? Zaman ve hastalıklar gösterecek bize… 5 kg stoğum hazır ne de olsa…
Biz yine fırsatlar elverdiğince açık havada, kalabalıklardan uzak, doğa içinde olacağız…
Ruhumuza da bedenimize de iyi gelecektir önceden olduğu gibi…
Gelen yağmurlar ile ikna olduk artık tamamdır, yaz bize elini sallayarak veda etmiş, yerini sonbahara bırakmıştır…
Geriye dönüp baktığımda güzeldi, güzel bir yaz geçti diyorum… İpek katıldı aramıza yaz ortası sayılabilecek bir vakitte… Onu beklerken de o geldikten sonra da güzeldi, dolu doluydu yaz… Can’ın birkaç hastalığını ve bademcik ameliyatını saymaz isek tabi… Nazar boncuklarıydı onlar yazımızın…
3.ayımız biterken İpek Kız artık bambaşka… Onunla konuşulması, hele de “Aguca” konuşulması en çok sevdiği şey… Bolca bedavaya dağıttığı gülücükleri var. Konuşma çabaları ise had safhada, karşılıklı çeşitli tonlarda agulaşıyoruz… Onun agusuna aynı tonda bir agu ile cevap verdiğimde anlaşıldığını konuşabildiğini görüp çok seviniyor sanki, büyük bir işi başarmışçasına:) Ufacık haliyle çok komik ve de şirin geliyor bize bu çabaları, tepkileri… Yalnız kalmayı sevmiyor, karşısında sohbet edebileceği, göz kontağı kurabileceği birilerini arıyor…
Yazı güzel geçirdik, geçirmesine de… Sonbaharı ve kışı nasıl geçireceğiz bakalım. Doğum sonrası kalan 5 kg mu bu günlere saklıyorum. Çocukların peşi sıra hastalanacağı günler gelecek, Can’ın kreşinden bolca hastalık taşınacak muhtemelen, onlar hasta olunca ben yemeden içmeden kesileceğim, uykusuz geceler olacak ve kilolar bir çırpıda gidecek diyorum geçmişe bakarak. Can’da doğum öncesi kilomun da altına bu şekilde düşmemiş miydim… Ama geçmişte şimdiki kadar rahat bir anne değildim ki!!! Şimdi artık ruhu da bedeni de hafif extralarge olmuş bir anne olarak bu günleri yine rahat bir şekilde mi yoksa eskisi gibi stres olup kendine bakmayı dip köşelere iten bir anne olarak mı geçireceğim? Zaman ve hastalıklar gösterecek bize… 5 kg stoğum hazır ne de olsa…
Biz yine fırsatlar elverdiğince açık havada, kalabalıklardan uzak, doğa içinde olacağız…
Ruhumuza da bedenimize de iyi gelecektir önceden olduğu gibi…
7 Ekim 2011
Ağva-Hacıllı Köyü Trekkingi
Çocukluğumun üç yılını geçirdiğim memleketimde bir dere vardı, bağların bahçelerin ortasından kıvrıla kıvrıla akan…
8 yaşlarındaydım o dereyle ilk tanıştığımda, üzerinden atlayarak geçmeye çalıştığımızı hatırlıyorum, ufak bahçemize giderken de, babaannemlerin bağdaki evlerine gitmeye çalışırken de… Babaannemler kışı ilçe merkezinde geçirirlerdi, bizim alt katımızda otururlar, iki katlı ahşap evimizin yan tarafında ise ahır dururdu. Adı Sarıkız olan bir inek, tavuklar beraberinde…
Peynirimizin, sütümüzün, yoğurdumuzun, ayranımızın, tereyağımızın babaannemden geldiği yıllardı…
Bahar gelir gelmez havalar azıcık ısınmaya yüz tutunca babaannemlerin bağdaki evlerine taşınma vakti gelirdi, buzdolabı dahil eksiksiz mutfak eşyası yatak yorgan bir traktöre yüklenir, arkasına da Sarıkız yularından bağlanır, bahçeye taşınırlardı. Bu taşınmayı da hatırlıyorum hayal meyal, biz ilçede kalırdık yazın.
En az 1 saat yürüme mesafesindeydi bahçeler ilçeden. Dik bir yokuş çıkılırdı, asfalttı yokuş, sağında solunda bahçeler evler, derenin üstündeki köprüden geçilirdi, yokuş bir süre sonra dikliğini bırakır hafif eğim alırdı. Şu an bu yazıyı yazarken tek tek geçtim o yolu, hava güneşli hafızamda, sıcak ama bunaltmıyor, sabah serinliğinde gidiyoruz çünkü. Yokuş bitince düzlük başlayacak, ya sağa kıvrılıp önce toprak yoldan sonra dereden devam edeceğiz, ya da asfalt yoldan bir müddet daha yol alıp bir sonraki sağa dönen toprak yoldan devam edeceğiz.
Arada bir annem bana bonus verir gibi dereden doğru bahçeye gitmeyi teklif ederdi. O yokuşu çıkmamız gerekmezdi böylece. Dereyi kesen asfalt yoldan hemencecik dereye inilir, öyle gidilirdi, dere boyu… Ama yol uzardı, derenin adetiydi çünkü kıvrıla kıvrıla yayıla yayıla yol almak… Ona eşlik edenlere de bu düzeni sunuyordu.
8-9 yaşlarımdaydım, bahar mevsimiydi. Babannemler daha öncesinden bahçeye taşınmış olacaklar ki bayramlaşmaya topluca bahçedeki evlerine gitmiş cümbür cemaat. Bahçede babaannemin komşuları vardı, onların da çocukları, torunları… Ziyaret edenleri çoktu babaannemler gibi…
İlçeye şehirden ilk taşındığımız yıldı o vakit, çoğu kişiyi tanımıyordum, benim için ilkti.
Çoluk çocuk o dere boyunca bahçeye gitmiştik, bayramlaşıp dönmüştük. O günün tadı damağımda kalmıştı…
Bir daha hiç olmadı…
Bir sonraki sene kış bitmek bilmemişti, bayram bir 10 gün daha geriye gelmişti, babannemler bayram vaktini artık hep ilçede geçirir olmuşlardı.
Bir sonraki sene de…
Bir sonraki sene ise artık Anadolu Lisesi okumak için yeniden şehre taşınacağımız yıl olacaktı…
Dere boyu yürümenin güzelliğine bir 7 yıl sonra ben artık üniversiteyi kazandığımda annemler yeniden ilçeye taşındığında varacaktım. Ama aynı tad olmayacaktı. Dereyi artık akar halde görmek hiç mümkün değildi.
Çocukluğumda ilçede geçirdiğim o üç yıl boyunca derede oynadığımızı, üstünden atlamaya geçmeye çalışırken bolca ıslandığımızı, ayaklarımızı sıkça yıkadığımızı hatırlıyorum…
Oysa artık değil ayak yıkamak ayağı ıslatacak su zor bulunuyordu yaz vakti derede…
Yaz başında derenin suyu bağ bahçe sulamaya açılır, belediye derenin suyunu sırayla bağ bahçe sahiplerine pay ederdi. Yağmurlar kesilip de bu sulama içi yaz başında had safhaya varınca artık dereyi görmez olurduk. Erkenden bağ bahçe sulamaya verilen derenin suyu yetmiyordu çevreye…
Geçtiğimiz hafta sonu bütün bu anılarım yeniden canlandı…
Ağva’nın Hacıllı Köyünden geçip de vardığımız Göksu Nehrini besleyen dere boyu yaptığımız yürüyüşte yeniden şırıl şırıl akan bir dere, yeniden atlaya zıplaya yürümek, bu kez çocuk olan ben değil, oğlum var yanı başımda, kızım kucağımda…
Tertemiz hava, çeşitli ot-ağaç kokuları karışımı, aralarından geçmek, derenin üstündeki taşlardan düşmeden kaymadan yürümeye çalışmak, ıslanmamaya çalışmak…
Sandwichlerimizi bu güzelliğin ortasında yemek…
Dönüş yolunda köylülerden alışveriş etmek, oracıkta kendi başına oynayan Ela Nur ile tanışmak... Yanında ki salıncağa oturup sallanmak beraber...
Can'ın gezi boyunca mutluluğuna, keyifle otobüste şarkı şöylemesine şahit olmak...
Gezi sonunda çamurlanan botları yıkamak derede, ayaklarımızı derenin suyuyla buluşturmak...
Çok güzeldi ne diyebilirim ki…
Bedenler yorgundu belki ama dinlenmiş bir ruhumuz vardı günün sonunda...
Gezi sonunda çamurlanan botları yıkamak derede, ayaklarımızı derenin suyuyla buluşturmak...
Çok güzeldi ne diyebilirim ki…
Bedenler yorgundu belki ama dinlenmiş bir ruhumuz vardı günün sonunda...
Aslında bu yazının başlığını ilk attığımda bu geziyi anlatmaktı niyetim, çoluk çocuk katıldığımız bu trekkingi anlatmak, o çevreyi tanıtmaktı fikrim.
Ama anılardan ufak bir sayfa açınca, defter aralandı geçmişten aldı ilhamını bu yazı, geçmişte kalsın istedim bu yazı, sadece günümüz fotoğrafları eşlik etsin aralarda…
Beni anılarıma götürüp bu satırları yazıp ölümsüzleştirmemi sağlayan güzel dere, adını bilmiyorum ama teşekkürler sana…
Ve esas bu anılara sahip olmamı sağlayan dere bu yazı senin için…
Yazın olmasa da kışın halen aktığını hayal ediyorum, hep orada olduğunu, beni beklediğini…
Olgun ve kendinden emin, bir şey ispatlamaya çalışmadan düzeninde yol aldığını, mevsimlere göre arttığını, azaldığını, kabullenmişliğini hayal ediyorum, anlıyorum seni…
Seni özlediğimi fark ediyorum, çok hem de…
Sen misin özlenen çocukluğum mu tam idrak edemiyorum ama belki yanına gelsem bana bunun cevabını da verebilirsin…
Sen misin özlenen çocukluğum mu tam idrak edemiyorum ama belki yanına gelsem bana bunun cevabını da verebilirsin…
En derin sevgilerimle…
Etiketler:
BEN,
ÇOCUKLU HAYAT,
GEZİLER(YURTİÇİ)
3 Ekim 2011
İşbaşı yapıp keyifli bir gün geçirmek mümkün mü?
Mümkün oldu benim için.
Bakicimizla erken çalısmaya başlayıp düzeni rutini oluşturduktan sonra mümkün olabildi.
Can için boyle bir fırsatım olmamıştı. Apar topar işbaşı yapmıştım o vakit. İlk bir kaç gün Can'ın sesini telefonda dinleyemiyordum, gözyaşlarımı beraberinde getiriyordu çünkü. Oysa bugün en ufak bir hüzün hissetmemistim. Suçlu hissetmeli miyim bu sebepten? Hayır. Kararım çalısmaya devam etmekten yana oldu. Evren yardım etti ve karşıma aklımın evde kalmamasını sağlayan bir bakıcı çıkardı. Boylece isyerime rahatlikla gittim, kaldigim yerden devam edebildim.
Can sansliydi, babanne ve dedesinin sürekli sevgi ve ilgisi ile büyüdü.
İpek'de ise bu şans bakicimizdan yana devam etsin.
Anne hep ise rahat gitsin bugün olduğu gibi.
Aksam kahvesini keyifle icsin, yanında yediği kekinin tadına varsın.
Sütümüz bol olsun.
Hastalıklar uzak olsun.
Gezmeler bol olsun.
Doga hep bizi sarmalasin.
Oksijenimiz bol olsun...
Bir de fazla kilolar gitsin kendiliğinden, 5 kg istemmiyorsun artık:)
Bakicimizla erken çalısmaya başlayıp düzeni rutini oluşturduktan sonra mümkün olabildi.
Can için boyle bir fırsatım olmamıştı. Apar topar işbaşı yapmıştım o vakit. İlk bir kaç gün Can'ın sesini telefonda dinleyemiyordum, gözyaşlarımı beraberinde getiriyordu çünkü. Oysa bugün en ufak bir hüzün hissetmemistim. Suçlu hissetmeli miyim bu sebepten? Hayır. Kararım çalısmaya devam etmekten yana oldu. Evren yardım etti ve karşıma aklımın evde kalmamasını sağlayan bir bakıcı çıkardı. Boylece isyerime rahatlikla gittim, kaldigim yerden devam edebildim.
Can sansliydi, babanne ve dedesinin sürekli sevgi ve ilgisi ile büyüdü.
İpek'de ise bu şans bakicimizdan yana devam etsin.
Anne hep ise rahat gitsin bugün olduğu gibi.
Aksam kahvesini keyifle icsin, yanında yediği kekinin tadına varsın.
Sütümüz bol olsun.
Hastalıklar uzak olsun.
Gezmeler bol olsun.
Doga hep bizi sarmalasin.
Oksijenimiz bol olsun...
Bir de fazla kilolar gitsin kendiliğinden, 5 kg istemmiyorsun artık:)
23 Eylül 2011
KEK MAKİNESİ
Ekmek makinesi almamızla başladı herşey...
İşten eve geldiğimde bir ekmek makinesi karşılıyordu beni...
Envai çeşit ekmek defalarca pişti, makine ile gelen kitapçıkta ki ekmek tariflerinin %80i denendi neredeyse. Kitapçığın arka sayfalarındaki kek tarifleriyle ise başka bir boyuta geçildi.
Esasında ekmek makinesi olan alet bizim evde artık bir kek makinesine dönüşmüştü.
Keklerin büyük çoğunluğu bizim mekanda tüketiliyor...
Kahveler işin ustasından
Tarifimiz artık hafızama kazındı.
Orjinal tarifi daha önce yazmıştım, bu tarifte bir değişiklik yapıp ya da yapmayıp sadece kayısı parçaları ilave ediyoruz. Eğer vaktim müsaitse limonu rendelemeyi ihmal etmiyorum. Keke çok ama çok güzel bir tat katıyor. Kayısı ile de gayet güzel gidiyor düşüncenin aksine...
Keki illa ki meyveli isteyen eşim kayısıları seve seve minik hale getiriyor kullanıma hazır bir kavanoz dolusu bekliyor.
Bu kekleri dün ince ince dilimler haline getirince biskotti geldi aklıma, yeniden fırına atsam biskotti olacaklarını düşünüyorum. İlk deneme sonrasında paylaşacağım sonucu. Sadece dakika ayarı yapmak gerekiyor sanırım.
KAYISILI KEK
Malzemeler:
İşten eve geldiğimde bir ekmek makinesi karşılıyordu beni...
Envai çeşit ekmek defalarca pişti, makine ile gelen kitapçıkta ki ekmek tariflerinin %80i denendi neredeyse. Kitapçığın arka sayfalarındaki kek tarifleriyle ise başka bir boyuta geçildi.
Esasında ekmek makinesi olan alet bizim evde artık bir kek makinesine dönüşmüştü.
Haftada ortalama üç kez çalışıyor kendisi...
Kahveler işin ustasından
Tarifimiz artık hafızama kazındı.
Orjinal tarifi daha önce yazmıştım, bu tarifte bir değişiklik yapıp ya da yapmayıp sadece kayısı parçaları ilave ediyoruz. Eğer vaktim müsaitse limonu rendelemeyi ihmal etmiyorum. Keke çok ama çok güzel bir tat katıyor. Kayısı ile de gayet güzel gidiyor düşüncenin aksine...
Keki illa ki meyveli isteyen eşim kayısıları seve seve minik hale getiriyor kullanıma hazır bir kavanoz dolusu bekliyor.
Bu kekleri dün ince ince dilimler haline getirince biskotti geldi aklıma, yeniden fırına atsam biskotti olacaklarını düşünüyorum. İlk deneme sonrasında paylaşacağım sonucu. Sadece dakika ayarı yapmak gerekiyor sanırım.
KAYISILI KEK
Malzemeler:
- 3 yumurta
- 1 su bardağı şeker
- 1/2 su bardağı sıvıyağ
- 1 Paket vanilya
- 1 + 1/2 su bardağı un
- 1 Paket Kabartma Tozu
- 1 çay bardağı dolusu kayısı parçaları(günkurusu-esmer olanı)- minik zar büyüklüğünde+2 yemek kaşığı un(ekstradan)
- Arzuya göre 1 adet limonun ince rendelenmiş kabuğu ve suyu
4 Yaşı Uğurlamaca ve Yeni Kreş Maceramız...
Bu hafta başı itibariyle Can'ın bir yaşını daha uğurladık. 3 gün öncesinde babamızın doğumgünü ile birleştirip yaptığımız Sürpriz doğumgünü kutlamasına katıp kutladık ama bir kutlama da yeni kreşinde yapmak üzere. Çünkü geçen sene kreşinde kutlanan doğumgünlerinde hep içerlemiş, benim neden kutlanmıyor diye isyan etmiş. Vakti geçirmiştik biz. Kreşe başlayalı daha birkaç hafta olmuştu o vakit ve ayın yarısını evde istirahat ile geçirmişti kreş-hastalık döngüsünden dolayı. Sonrasında işler rayına oturmuştu neyse ki.
Bu sene yeni bir kreşe başladı Can... Geçen hafta bir saat ile başlayan alıştırma haftası sonrası bu hafta başı itibariyle 08.00-15.00 uygulamasına geçildi. Geçen seneden içimiz rahattı, Can en ufak bir sorun olmadan kreşe alışmıştı çünkü... Bu sene ne olabilirdi ki!!!
Oldu! Can bugün ağlayarak çıktı sınıfına... Dün onu kreşe bırakıp eve döndükten sonra Öğretmeninin telefonu ile okula dönüp almak zorunda kaldım.
Sebepleri neler olabilir peki?
- Yeni okulunda kreşe gelip sınıfta oturan veliler(benim annem de beklesin o zaman mesajı hemen uyanıyor)
- Okula henüz alışamayıp ağlayan annesini, babasını, babannesini... isteyen çocukların oluşturduğu tablo( benim bile ağlayasım isyan edesim geliyor bu tabloyu görünce, Can'da bu furyaya katılmakta sakınca görmüyordur)
- Geçen sene çalıştığım için alıştırma sürecinde Can'a babanne ve dedenin eşlik etmiş olması, bu sene bu görevi benim devralmış olmam(İki gün önce dedesi de onunla kreşe kadar gittiği halde ondan kalmasını istememiş, oysa dün ve bugün benim kalmamı istemişti, okulda dedeler değil anneler kalıyordu çocuklarıyla çünkü)
- Geçen haftaki alıştırma haftasında bir hata olarak velilerin sınıflarda beklemesi, ben de dahil!( geçen hafta beklediyse bu haftada beklesin o zaman mesajı!)
- Dün özellikle Öğretmeni ile görüşmek için Can'ın sınıfına kadar çıkmış olmam... (çıktın madem kal o zaman mesajı!)
Okula gitmek istiyor ama benim de onunla gelmemi ve bir köşede onu beklememi istiyor.
Bugün bu isteği karşısında olumsuz cevap verince tamam sadece gel hemencik gidersin de anlaştık. Kanıp gittim ama bu istek o nokta da 5 dk bekle git pazarlığına dönüştü. Aslında tamamdı da bu şekilde ben kendimi tutup da öğretmeni ile bir görüşeyim demeseydim. O noktada sınıfa çıkmaları aşamasında istek sen de sınıfa gel'e dönüştü.
Onlar sınıfa çıktı, dışarda biraz bekleyip, döndüm. Bilinçli, deneyimli bir öğretmenleri var içim rahat.
2 saat geçti halen telefon yok, güzel o zaman...
İşe dönmeme 1 hafta kaldı sadece...
Bakıcımızla(çocuk gelişimi mezunu evli iki çocuklu bir bayan) ilgili de içim rahat ancak İpek'i bırakıp işe gitmeye alışmam biraz vakit alacak sanırım.
Birlikte geçen 3 aydan sonra artan bağların ardından gelişen tablo...
Böcüğüm uyuyor... 2. ayın sonlarına doğru kavuştuğumuz uyku şeklinde...
2 saat geçti halen telefon yok, güzel o zaman...
İşe dönmeme 1 hafta kaldı sadece...
Bakıcımızla(çocuk gelişimi mezunu evli iki çocuklu bir bayan) ilgili de içim rahat ancak İpek'i bırakıp işe gitmeye alışmam biraz vakit alacak sanırım.
Birlikte geçen 3 aydan sonra artan bağların ardından gelişen tablo...
Böcüğüm uyuyor... 2. ayın sonlarına doğru kavuştuğumuz uyku şeklinde...
Etiketler:
CAN'IM,
ÇOCUKLU HAYAT,
İPEK BÖCÜĞÜM
19 Eylül 2011
Bir İlk Hayatımızda: "KAMP YAPMAK" -MENEKŞE YAYLASI
Heyecanı daha üstümüzdeyken sıcağı sıcağına yazmak istedim, hissettiklerimi hissettiklerimizi...
İki günlük kamp deneyimimizde en beğendiğin ne idi diye sorulsa cevabım "Gece kafamı kaldırıp gökyüzüne baktığımda gördüğüm yıldızlar" olurdu... Çok anlamı vardı benim için...
Teşekkürler önce Alpay'a ve Ayça'ya bize kamp deneyimini yaşattılar.
Bir ilk bizim için; Kamp yapmak...
Çoluk cocuğa karışmadan önce neden yapmamıştık da beklemiştik bu zamana kadar...
Kader kısmetle açıklanabilir bu durum ancak sanırım...
İpek Bebeğe kısmetmiş, onun gelmesini beklemişiz sanki.
İpek doğdu ve fitilimizi ateşledi, biz yerimizde duramaz olduk...
Ayçaların sesine kulak verdik ve yola çıktık...
Haftasonu en kalabalık kamp ekibiyle Menekşe Yaylasındaydık.
Bir önceki haftasonu alınan kamp malzemelerimizle bu işi bir seferliğine değil çok kere yapmaya niyetli olduğumuzu ortaya koyduk. Kiralamayıp kendi malzemelerimize sahip olmak istedik.
Decathlon'dan çokta bilgi sahibi olmayarak, o anki içgüdülerimizle aldık malzemelerimizi ve hepsinden çok da memnun kaldık..
*3 Kişilik yazlık çadırımız( anormal pratik, 2 sn de çadır kuruluyor gerçekten, havaya atıyorsunuz, hızla açılıp yere açılmış olarak düşüyor. Geriye içinden çıkan çivileri yere çakmak kalıyor. Toplaması da aynı şekilde pratik)
*Extra large sleepin bed (Şişme yatak, ısı geçirmez yorganı ile birlikte, yastıkları da içinde olarak satılıyor. Çok da az yer kaplıyor. 2 yetişkin+2 çocuk için ideal)
Ve
Kampa katılım fazlaydı evet ama bunu hayal edemiyordum pek, son dakika vazgeçmeler engeller olacaktır ve katılım kesin azalacaktır derken(ne de olsa çocuklu ailelerdi katılımcılar) buluşma noktasında gördük ki hiç öyle olmadı. 25 araba buluşma noktasındaydı.
Mekana varıldı, çadırlar kuruldu...
Yaşadığımız güzellikler saymakla bitmezdi... Kısa bir özet yapmak niyetim, kronolojik bir sıra yapmaktansa...
İki günlük kamp deneyimimizde en beğendiğin ne idi diye sorulsa cevabım "Gece kafamı kaldırıp gökyüzüne baktığımda gördüğüm yıldızlar" olurdu... Çok anlamı vardı benim için...
Yıldızlara her baktığımda derin bir nefes alıyordum, içimden geliyordu.
Her derin nefeste biraz daha hafifleyip gökyüzüne yaklaşıyordum sanki.
Ruhum hafifliyordu.
Sonsuz mutluluğa inanıyordum o anlarda...
Farkındaydım herşeyin...
Evren benim içimdeydi, ben evren olmuştum....
Daha başka, daha başka:
Böğürtlen toplamak, avuç avuç böğürtlen yemek... Yürüyüşlerde enerji tüplerimizdi onlar bizim(Can'ı biraz daha biraz daha yürümeye böyle ikna edebiliyordum. Çok sevdi böğürtlenleri)
Can'ın kamp olayından aldığı keyfe şahit olmak, çadırda neşeyle uykuya dalmasını seyretmek...
Tarhana çorbası pişirip akşam inen soğukta içmek...
Soğuğun çorbaya kattığı lezzete şahit olmak
Çadırımızın hemen yanındaki erik ağacında kalan son erikleri yemek...
Can'ın dilediğinden de çok sayıda arkadaşı olması...
İkinci gün çıktığımız yürüyüşte yolu kaybedip 4 saat sonra kamp alanına varmamız...
Hiç yorulmadık ki deyip gece kütük gibi uyumak:) Bu sefer İpek'e memeyi ben vermedim de o kendisi buldu yavrum:) Anne baygın yatıyordu çünkü:)
Peki olumsuzlukları yok mu yayla işinin?
Vardı tabi, tek olumsuzluk yola çıkmadan önceki hazırlıklar, telaş... Keşke birisi bizim yerimize her şeyi hazırlasa arabaya yerleştirse... Kolay değil, ilk kez iki çocukla kamp için yola çıkıyoruz. Hazırlanmak için çok kısıtlı vakit var. Zor olan önceki akşam eşime ve oğluma yaptığım sürpriz doğumgünü kutlamasından dönüp(neyseki dışarda ve açıkhavada yaptığımızdan kutlamayı, eve erken dönebilmiştik) hazırlıklara girişmekti. Gündüz hem doğumgünü hazırlığına çalışıp hem de kamp hazırlığı için birşeyler attım durdum çantaya, akşam kutlama dönüşü sadece mutfak hazırlığını yaparım olur biter deyip. Poğaça hamurunun gitmeden hamurunu mayalayıp dönüşte de şekillendirip fırına verdim. Keki çırpıp ekmek makinesine attım.
Vardı tabi, tek olumsuzluk yola çıkmadan önceki hazırlıklar, telaş... Keşke birisi bizim yerimize her şeyi hazırlasa arabaya yerleştirse... Kolay değil, ilk kez iki çocukla kamp için yola çıkıyoruz. Hazırlanmak için çok kısıtlı vakit var. Zor olan önceki akşam eşime ve oğluma yaptığım sürpriz doğumgünü kutlamasından dönüp(neyseki dışarda ve açıkhavada yaptığımızdan kutlamayı, eve erken dönebilmiştik) hazırlıklara girişmekti. Gündüz hem doğumgünü hazırlığına çalışıp hem de kamp hazırlığı için birşeyler attım durdum çantaya, akşam kutlama dönüşü sadece mutfak hazırlığını yaparım olur biter deyip. Poğaça hamurunun gitmeden hamurunu mayalayıp dönüşte de şekillendirip fırına verdim. Keki çırpıp ekmek makinesine attım.
Kocaman sağlam bir çantayı önüme alıp içine malzemeleri attım durdum. Çanta epey ağırdı. Dönüşte ise pek hafif:)
Bütün gün boyu yaşanan telaş heyecan sonunda uyumak da kolay değildi, bir de emzirme meselesi var gece boyu, sağdan sola, soldan sağa... Neyse ki bünye alışık...
Aman unuttuğumuz birşey olmasın telaşı.... Giyecekler, yiyecekler, alet edevat ekipman derken yayla sonunda gördük ki iyi iş çıkarmıştık... Unuttuğum tek şey Can için hazırladığım aktivite çantasıydı. Askıda asılı olarak bizi beklemişti evde biz yayladayken. Kamptaki diğer çocukların boyalarını paylaştı Can, annenin içi rahatladı böylece...
Mutfak kısmından ise tuz ve yağımız eksikti... Kamp ahali sayesinde bu eksikler de sorun olmadı.
Böylece ilk kamp deneyimimizi coşkuyla mutlulukla tamamladık.
Dua: 1 ay sonra olacak muşmula ve kestane zamanı yine yaylaya gidebilmek...
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)