Cumartesi geçirilen şahane bir günün ardından(Bibi Partisi) Pazar günü kursun Sultanahmet civarındaki fotoğraf gezisine gitmek pek içimden gelmedi. Oğluma doymak, ailecek vakit geçirmek aynı zamanda da fotoğraf çekmek mümkün deyip eşimi de sürükleyerek, arkaya annemi de katarak uzak diyarlara tarihi eserleri görmek üzere yola çıktık. Aaa! 10 dakika sonra da geliverdik. Aldığımız uçan halı iyi çıktı, bizi bir çırpıda oradan oraya taşıyıverdi, helal olsun üreticiye...
Mardin evlerine de gittik,
İzmir'e Efes'e de...
Bosna Hersek’e Mostar Köprüsüne de…
Antalya’ya Aspendos’a da gittik… Oturduk basamaklarda dinlendik…
Çanakkale’ye Şehitlik’e de gittik, andık şehitlerimizi tam da yıl dönümü zamanında…
Bizden çaldıklarını görmeye British Müzesine bile gittik Londra’ya…
Beğendim efendim, tebrik ediyorum Büyükşehir Belediyemizi, bu projeyi başlatan, yürüten, emeği geçen herkesi yürekten tebrik ediyor, teşekkür de ediyorum. Oluşan sorulara yanıt: MiniaTürk’den bahsediyorum.
7 yıl kadar önce üniversitedeyken, yurtdışından staj değişim programı için Türkiye’ye gelen yabancı öğrencileri götürmüştük buraya. Minatürk’den çıkıp Koç Müzesine de gidilmişti o gün. İstanbul’daki müzelerin içerisinde şiddetle gidilmesini tavsiye edeceğim iki mekandır. Eşim benden yıllar önce İstanbul’a gelmiş olmasına ve üstelik buralara yakın oturmasına rağmen benimle birlikte tanıdı gördü bu iki mekanı:)
Gezmek görmek için çok uzaklara gitmeye gerek yok, yanıbaşımızda olanların kıymetini bilmek gerek. Yollarda vakit harcamak yerine özellikle haftasonu tatillerini dolu dolu yaşayabilmek için bu yanıbaşımızdaki mekanları bir daha gözden geçirmek hiç fena olmaz...
Durun da bu konuda kendimi bir alkışlayayım. Yakınımda olup da ziyaretini yapmadığım/gitmediğim bir mekan yok gibi. İstanbul’da yaşamanın o kadar külfetini çekiyoruz, sefasını da sürmek hakkımız olsun…
Şu fotoğraf çekme arzusunun diğer güzel yanı, gezme tutkusunu da yaşatması, bu tür keşiflere yol veriyor olması…
MiniaTürk’ü neden beğendim. Bir kere her eser müthiş bir incelikle birebir ölçü ve benzerlikte yapılmış. Hayran olmamak mümkün değil. Bakın görün, kaldırım taşlarından, kiremitlerine, duvardaki yosundan, kırık merdiven basamaklarına, balkonundan, taşına toprağına kadar ince ince düşünülmüş yapılmış.
Doğal olarak yapım aşamalarını merak ediyorum, ayrı bir köşede slayt olarak bir gösterim olsa hiç fena olmaz. Bu merakımızı gidermiş olurduk. Bulduk bir eksik, hadi bakalım.
Miniatürk’de her eserin önünde size sesli olarak özet bir bilgi veren cihazlar mevcut. Bileti okutuyorsunuz, anlatmaya başlıyor. Cahilliğimi hoş görün, Sultanahmet Cami’nin mimarını bilmeyen ben öğrenmiş oldum bu sayede. Bilgileri pekiştirmeye tekrar tekrar gideceğim bu kesin…
Bilet türünüze göre de konuşma dili değişiyor. Bunun için ayrıca bir ücret ödemiyorsunuz. Türkçe, İngilizce ve Arapça) Tebrik ettim. Arıza yok, problem yok, eserlerin %99 u gösterimde, bakımda olan birkaç eser vardı sadece.
Doya doya geziyorsunuz, onlarca eser var, yorulursanız atlayın Miniatürk havayollarına yukardan gezin…
Çocukları ne güzel düşünmüşler. Mini trene biniyor, içerde bir tur atıyorsunuz. Kalın sünger kaplı bir çocuk oyun bahçesi mevcut. Pat küt düşseler de bir şey olmuyor. Trambolin var, bu şahane, Avrupa’daki parklarda olur, keşke bizde de olsa derdim. Oldu… Can 2-3 yıl sonra buraya sık sık gelecek kısmetse…
Oyun bahçemizde Truva atımız mevcut, çıksın tırmansın, enerjilerini atsınlar…
Sonra bir masal ağacımız var, atıyorsunuz 1 lira başlıyor masal anlatmaya… Ben bayıldım buna. Masalları çok seviyorum galiba…
Yine sadece bir lira atıyorsunuz, Atatürk Olimpiyat stadında başlıyor marş çalmaya. 4 büyük takımdan hangisine atarsanız o marş çalıyor. Can, Trabzonspor’u seçti, marşımız eşliğinde başladık oynamaya:)
Sonra bir labirentimiz var, bir uçtan girip diğer ucu bulmaya çalışıyor çocuklar. Benzerini Eurodisneyland’a görmüştük. Alice Harikalar diyarında…
Engelli vatandaşlarımız düşünülmüş, kafesi, restorantı, ücretsiz otoparkı var. Trafik problemi olmayan sakin bir mekanda, Sütlüce'desiniz. Buradan çıkıp yine çok yakındaki Rahmi Koç Müzesine gidebilirsiniz, Piyerloti'ye çıkıp manzara eşliğinde çay içebilirsiniz. Santralİstanbul'a geçip Enerji Müzesini gezebilirsiniz. Ya da biz acıktık gelmişken Sütlüce'de bir Uykuluk yiyelim diyebilirsiniz. Bütün günü doya doya bu mekanda geçirebilirsiniz.
Müzede beni çocukluğuma götüren bir eser vardı. Annemi çeke çeke anne bak anne bak o medrese dedim. Görüp tanıdığım ilk tarihi eserdi, Pınar daha 7 yaşında bile değildi belki.
Tarihi eser gördüğüne sevinmişti. Kendi kendine tanımış bilmişti ordan geçerken, bu eserde bir farklılık olduğunu, eski olduğunu, önemli olduğunu hissetmişti, bu gözle bakmıştı…
Beni tekrar anılara götüren bir eser daha vardı: Haydarpaşa Tren Garı...
İstanbul'a ilk ayak bastığım mekan, denizini ilk kokladığım, hayranlıkla seyreylediğim bir daha da hiç bırakamadığım şehrimin beni karşılayan kollarıydı Haydarpaşa Tren garı...
MiniaTürk’ü gezip görmek için şu aylar mükemmel bir zaman. Açık havada olması yazın gezmeyi çok zorlaştırıyor, güneş tepenizde oluyor, kışınsa hava soğuk olur, yağmur olur, üşürsünüz. Ama şu bahar günleri keyifle gezersiniz. Bu yüzden fırsatınız varsa, İstanbul’daysanız, yapın planınızı ve gelin MiniaTürk’e bahar vakti biran önce… Burada geçen fotoğraflar eserlerin 100de biridir ancak. Sakın bu kadarı bize yeter gitmeye gerek yok demeyin, çok önceden gitmiş gezmiş olanlar da bir daha gezsin, bir çok yeni eser ve aktivite var. Son haliyle bir daha görün bakalım...
Leyleği havada gördüğümüz bir yıl olsun cümleten...