Bir gezi programı yaptığınızda belli hayal ve beklentilerle yola çıkarsınız. Bazı yerlere ise hiç beklentiniz olmadan yol üstünde olduğu için gidersiniz. Ama beklentilerle gittiğiniz yer size çok hoş gelmezken o hiç beklentiyle gitmeyip sadece yol üzerinde olduğu için uğradığınız mekanlar çok çok çok ve çok daha fazlasını verir...
İşte Mudurnu ve Göynük bizim için böyle oldular... Osmanlı günlerinden kalma hallerini, eski Türk kasabası hallerini tüm orjinalliğiyle koruyabilmiş ender kasabalarımızdan...
İstanbul'dan yola çıkıp Göynük yollarına sapmadan önce köy yollarına sapıp biraz güzergahı değiştirelim dedik. İyi ki öyle yapmışız. Bize göre saklı cennet idi buralar. Yol boyu tam köy hayatı. Her evin yanında bir ahır, ahırın yanındaki gübreler üzerlerinde eşelenen etrafta gezinen tavuklar ve bir köpek. Leylak ağaçları da hep dikkatimi çekti. Ne kadar güzel bir sabahtı bu böyle...
Sonra bizi hayran bırakan o tepe... Biz İsviçre'deydik sanırım. Düzenli biçilmiş yeşil alanlar...
O ulu ağaç, soğuk hava... Burayı kaydettik GPS cihazımıza tekrar gelmek üzere havalar ısındığında iyice...
Ve vardık böylece Göynük'e nasıl geldiğimizi bile anlamadan... En kalın montlarımızla indik arabadan. Güneş ısıttı içimizi, bir kıraathaneye daldık hemen. İçerdeki sobanın yanına doluştuk çoluk çocuk, çaylarımızı istedik. İçerdeki küçük kütüphane dikkatimi çekti. Meğer kıraathane demek kitap okunan yer demekmiş aslında. Kelime kökenine hiç dikkat etmemişim şimdiye dek. Bunu da öğrenmiş oldum.
Kolay değil dört çocuklu çıktık yola, bizim gibi çocuklu gezmeyi seven arkadaş çiftimizle beraber...
Sobanın sıcaklığında kahvaltımızı yapıp düştük Göynük Saat Kulesi yollarına.
Çıkar mıyız çıkamaz mıyız, yok çıkamayız iki çocuk arabasıyla, hadi yürüyelim bari biraz ara sokaklardan geçmiş olalım derken, hadi az kaldı şurayı da çıkalım derken tabi ki çıktık Göynük Saat Kulesine:) Meğer arabayla çıkılamazmış zaten bu kuleye... Yollar dar ve dik... Göynüğü tepeden seyrettik. Çıkması gibi inmesi de zevkliydi bu kez farklı yollardan... Cam önünde bekleyen yaşlı teyzelerle sohbet ede ede...
Göynükten ahşap oyuncaklardan almayı da ihmal etmedik çocuklara.
Ve tabi Fatih Sultan Mehmet'in hocası Akşemsettin'in türbesini ziyaret ettik son olarak. Hikayesini dinledik buradaki görevliden...
Şimdi yolculuk Çubuklu Gölüne sonrasında ise Mudurnu...
Çubuklu Gölü bizim için saklı bir cenneti bulmak gibiydi. Önce karşımıza çıkan Çubuklu Gölü Değirmenleri...
Böyle bir yapıyla karşılaşacağımızı hiç bilmiyorduk bile...
Tablo gibiydi. Kendimi Türkiye'de değil başka bir diyarda gibi hissettim. Sonra o değirmenlerin yanına kadar gidebilir miyiz merakıyla başladık gölün etrafını dolaşmaya... Bir derenin içinde bulduk kendimizi ve devam ettik. Ya dere göl ile buluşup orada kalırsa arabamız fikri zihnimizin bir köşesinde hep heyecan yarattı durdu bize... Güzel bir anı oldu neyse ki bu yolculuk bize...
Gölün diğer tarafına geçmeyi başardık, değirmenlerin yanına kadar gittik arabayla ama yolumuz uzun daha Mudurnu var planımızda, üstelik hava çok çok soğuk... Arabadan çocukları indirmeden yol aldık Mudurnu'ya doğru ama Çubuklu Gölü gönlümüzün bir köşesinde yer bıraktı tekrar gelinmek üzere...
ve Mudurnu...
Geldik ki bir kalabalık bir kalabalık. Meğer pazar kurulurmuş o gün(cumartesi). Tüm köylerden geliyorlar tabi. Bizim kalacağımız otelin önü de pazar yeri olduğu için otele varamadık ve madem öyle etrafı dolaşalım yemek yiyelim diyerek arabayı park ettik. Biraz etrafı dolaşıp artık acıkan bünyeleri çocukları doyurmak için çarşıdaki bakkal amcanın tavsiye ettiği Mudurnu Piliç Restoran'a girdik. Bunun dışında kalacağımız Fuat Beyler konağının da yemeklerinin iyi olduğu söyleniyordu.
Yöresel yemek olarak mutlak ve de mutlak Kaşık Sapı denenmeli. Bence buranın esas yöresel yemeği budur. Bunun dışında Mudurnu Kebap yenilebilir. Salçalı ekmek üzerine köfte ve ızgara et ve tavuktan oluşan bir tabak geliyor. Onu da beğendik. Ama Kaşık Sapı en güzeli ve has yöresel olanıydı bence.
Ev makarnasının bol tereyağı, ceviz ve keş peyniri ile servis edilmiş hali Kaşık sapı. Biz de pazardan bu kaşık sapının peynirini alalım bari derken meğer bizim yediğimiz restorana bu yemeği yapan hanım da alışveriş için orada değil miymiş. Kaşık sapı için hangi peynir diye sorunca hemen bana peyniri kendisi gösterdi tezgahçıdan önce. Kaşık sapının tarifini de verdi hemen. Yedik çok beğendik dediğimizde de nerede yediniz dedi. Meğer Mudurnu Restoranının ve bir konak ismi daha verdi, o yapıyormuş evinde, gelip alıyorlarmış. Bir hatıra fotoğrafı çektirdik kendisiyle :) Ne kadar sıcak, candan, yardımsever ve güleçti. İşte yurdum insanı...
Aldığımız peynirin adı keş. Yapıp tarifini sizlerle de paylaşırım buradan.
Akşam 7'ye kadar Mudurnu'yu, pazarını gezdik dolaştık. Artık pazar da kalkınca otelimize döndük. Burası eski bir konak. Mudurnu'da yeni modern bir otel yok zaten. Olsa da kalmayın. Bu konaklarda kalmadan buranın o güzelim havasını solumanız mümkün değil. Birçok konak var Mudurnu'da otel olarak işletilen. Ben neden FuatBeyler Konağını seçtim peki?
İnternette gördüğüm fotoğraflardan bütün yatak örtüleri, perdeleri dahi kanaviçe işlemeliydi de ondan:) Gelip yakından incelemek istedim.
Konağımız canlı bir müzeydi. İçeriye ayakkabıyla girilmiyor, ev terliği giyiyorsunuz. Biz bildiğimizden yanımızda getirmiştik. Getirmeyenler içinse konakta terlik mevcut. Dört günlük gezimizde en güzel akşamımızı bu konakta geçirdik. Odamızın yer aldığı ikinci katın ortasında yer alan bu sedirli salon uzun uzun sohbet ettiğimiz çocuklarla vakit geçirdiğimiz mekan oldu. Oradaki tepsi legoların yayıldığı tepsiydi:) O havayı solumak, kahvelerimizi o sedirde içmek kendimizi Fuat Bey gibi hissetmemize sebep oldu :) O katta sadece üç oda vardı ve diğer odada kimsecikler yoktu neyse ki. Böylece o katı sahiplenmiş olduk rahatça...
Dahası da vardı üstelik bu konağın. Nefisss köy kahvaltısı... Ömrümüzde o kadar lezzetli süt kaymağı yediğimiz sayılıdır. Daha sanki o sabah sütü kaynatıp kaymağını yapıp getirmişler gibiydi. Konağı işletenlerin kibarlığı efendiliği de çok başkaydı. Eski İstanbul beyefendiliği vardı orada...
Mudurnu'da tek gece kalacaktık, esas istikamet Beypazarı idi çünkü. Ama Mudurnu o kadar güzel izler bıraktı ki bizde... O sabah kahvaltı sonrası otelin arkasında yer alan dere boyu Mudurnu Sokaklarında yaptığımız gezintinin keyfini hiç unutmayacağız eminim.
Derenin, üstündeki köprülerin güzelliği ayrı, Mudurnu sokaklarının evlerinin güzelliği ayrı, insanının güzelliği ayrı. Çocukların keyfi, mutluluğu ayrı...
Hava soğuk ama temiz, soba kokusu var belki ama o kadar güzel geliyor ki bu koku bana...
Mudurnu'dan ayrılmadan önce Yavuz Sultan Selim'in yaptırdığı camiyi ve hamamı ziyaret etmeyi de unutmadık. Hamama kaç kişi geliyor bilmiyorum ama o sabah sokaklarda kimsecikler yokken dahi buharlar yükseliyordu bacalarından...
Güle Güle Mudurnu...
Tekrar görüşebilmek dileğiyle...
30 Nisan 2013
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
9 yorum:
Çok güzel bir rota. Normale döndüğümde gitmek istediğim kasabalar bunlar.
İnşallah diyeyim.
Beypazarı notlarını da bekliyoruz.
harika bir anlatımla harika bir gezi olmuş..
devamını bekleriz..
özlem
çok güzelmiş hakikaten; umarım bir ilkyaz biz de yakından görürüz.
geçen yıl bu rotayı şubat soğuğunda yapmıştık bizde. ama Çubuklu Gölü' nü görmedik. Sırf onun için bile gitmek gerek. Hem de aynı konakta kalmışız ! :)
Biz de gitmiştik buralara.Gerçekten çok güzeldi...Biz yazın gitmiştik.Ozaman üç kişiydik.Şimdi dörtlü olarakta gitmeyi düşünüyoruz...Sizin anlatımınızla bu isteğim çoğaldı.Ayaklarınıza sağlık...
o değirmenler bir dizi projesi için yapılmıştı, dizi tutmayıp bir iki bölüm sonra yayından kaldırılınca ondan yadigar kaldılar:)oralardan alacağınız tereyağın tadı hiçbir yerdekine benzemez:)
cok güzel bir anlatım.. insallah bizim de yolumuz düşer.
aynur.
Ne kadar çok gitmeyi arzuladım kareler çok samimi çok içten..ne kadar güzel şeylerden mahrum ettik kendimizi..betona gömüldük..tadınızı kaçırmak istemedim çok güzel kareler paylaşım için teşekkürler.
bir daha ki sefere sülüklü gölü de alın gezi listenize. orada sizi bir sürpriz bekliyor;)
ayşe
Yorum Gönder