Kafamda şimşekler çaktı bir anda ve ben fotoğrafçılık namına kendimi geliştirmeliyim dedim. Sevgili
Devletsah'ın Yemekname dergisinde ki fotoğrafçılık üzerine olan yazısından da etkilendim,
Cenk'in fotoğraflarını görünce de, Sevgili
Burçin'in bu konuda ki çabalarına şahit olunca da...
Çekiyordum öncesinde fotoğraf ama elimde ki makineyi hiç de etkin bir şekilde kullanamayarak, aman çekilsin bir fotoğrafı olsun da diyerek. Fotoğrafçılıkla esas eşim ilgileniyor ve itiraf ediyorum o olmasa evde Digital bir SLR fotoğraf makinesi de olmazdı. Ben mutfakta uğraşıp bir yandan onların servisine koştururken fotoğraf çekme işi eşimin insafına kalıyordu. Eğer servis edilecek olan bir tatlı ise eşim benden de acele davranıp bir an önce yemeye koyulmak için hatra binayen çekiyordu işte birkaç fotoğraf. Anladım ki fotoğraf çekimi hiç de aceleye gelecek bir uğraş değil, mümkünse yapacaklarınızı bir gün evvelden yapıp, daha kimse dokunmadan ve servisi yapma telaşı olmadan çekin fotoğraflarınızı, çok daha güzel sonuçlar çıkacak ortaya...
İlk önce makinenin çalışma mantığını öğrenmekle başladım, bu kısmı eşimden dinledim. Sonrasında ise çok güzel bir kaynak buldum, üstte gördüğünüz Scott Kelby'nin kitabı yeni başlayanlar için çok şey öğretiyor. Kafama takılanları eşime sordum, bazen kafam karıştı ama biraz ısrar ederseniz taşlar yerine oturuyor. Benim son bir hafta içinde okuyup öğrendiklerimden edindiğim notlar şunlar...
-Artık fon oluşturmadan fotoğraf çekmek yok.( Çok zorda kalmadıkça tabi:) )
-Makine ayarlarına dikkat edilmeden fotoğraf çekmek yok.
-Işığa dikkat, mümkün mertebe gün ışığında çalışıyoruz. Güneş ışığını doğrudan almak yerine, pencereden biraz uzakta, perdeyi çekip de çalışıyoruz.
-Makineyi çekim esnasında titretmek yok.( Jilet keskinliğinde fotoğraflar için...)
-Ve bol bol deniyoruz, en güzelini yakalamak için...
Teori kısmı çözdük, sorun yok. Diyafram öncelikli mod, enstantene öncelikli mod, iso ayarları, ışık ayarları... Ama iş bunların bir karmasını yapmaya gelince ufak bir el ayak dolaşması yaşamıyor değilim. Pes etmek yok, kötü de olsa devam, kimse doğuştan öğrenmiş bir halde başlamıyor bu işe değil mi? Hem şanslıyım, yanımda bunları sorabilecek bir eşim var. O da pek mutlu benim de bu işle ilgilenmeye başlamama. Eskisi gibi çektiği fotoğraflara ilgisiz bakmak yerine; "bunu hangi ışıkta çektin", "diyafram kaçta idi" gibi sorularla ilgimi belli ediyorum ve bir fotoğrafçının da çektiklerine ilgi alaka duyulmasından başka isteyeceği ne olabilir ki? O da photoshop üzerine meraklı bu aralar, her akşam evde podcastler dinleyerek çalışıyor. Ben de kulak kabartmıyor değilim, fotoğrafçılığın inceliklerini öğrendikten sonra sıra photoshopda, çünkü harikalar yaratıyor. Karanlık çıkmış fotoğrafınızda birden ışıklar yanıyor, renk tonlarıyla istediğiniz şekilde daha canlı ya da daha soğuk renklerde bir resme kavuşabiliyorsunuz ve daha neler neler...
Okuyorum dedim ya, dolayısıyla akşam eve varınca, mutfakta birşeyler yapamaz oldum ve resmini çekecek nesnelerimiz ortada yok:) Dün akşam kandil vesilesiyle komşumuzun tabağına pastaneden alınmış kandil simitlerinden ve bir parça da fındıklı lokum koyup ikrama götürürken; A neden bunun resmini çekmiyorum dedim:) Arkaya tahta lalelerimi koydum, kendimce bir fon oluşturdum. Makine ayarlarını yaptım. 3 ayak kullanmayıp da makineyi de titretmemeye çalışmanın stresi ile çektiğim karelerden en beğendiğimi ekledim buraya...
Not: Tabak komşumuza aitti, geçen hafta nefis Arnavut Böreği ile dolu bir şekilde gelmişti. Lokum ve kandil simidi ile dolu olarak tekrar evinin yolunu tuttu...
Dün akşam bu resim kesmedi beni, ertesi gün ki Sevgili Zerrin ile buluşmanın şerefine yeni bir tarif denemeliyim dedim ve birçok tarif arasından seçtiğim bir bisküvi tarifini denedim. Geç saatte pişen bisküvilerin fotoğrafını çekmek için de sabahı bekledim, en güzel ışık gün ışığıdır diyerek...
Buluşmadan notlar ve yeni tarifimizle birlikte buradayız yakında...