15 Nisan 2009

YAZMAK ve OKUMAK

IMG_0572_resize
Yazmak öyle bir tutku ki bir kez başladınız mı, bırakmanız mümkün değil…
Ortaokul yıllarımdan bu yana yazıyorum. Günlüklerim vardı, güzel sözleri yazdığım ayrı bir defterim vardı. Bir tarafına seçtiğim beğendiğim sözleri şiirleri yazardım. Arka tarafına ise kendi şiirlerimi…
Şiir yazardım bir dönem ciddi ciddi, lale devrini yaşamışım o dönemde sanki… Sonra tamamen bıraktım yazmayı, üniversiteye giriş sınavları, sonrada çıkabilmek için sınavlar, mezuniyet telaşı, iş arama telaşları, evlilik telaşı ve huzura eriş… Bu sefer başka bir boyutta yazmaya başladım. Önce myspace ile başladım, sonra ise blog dünyasına geçiş yaptım.
Can dünyaya gelene kadar da yoğun bir şekilde devam etti bu yazılar. Blogdan taşıp sanal dergilere uzandı yazmanın tutkusuyla. Bir dönem de akademik bir dergide yazdım mesleğimle ilgili… Sonra Can Paşa dünyaya geldi, ardından yeni işime başladım, yazmaya ayrılan vakit çok daraldı. İş dışında ki vaktimin çoğu Can idi. Halen de öyle… Blog dünyasına yazmak gittikçe daha zor olmaya başladı. Fotoğrafları aktarmak, seçmek, küçültmek, önce flickr’a sonra bloğa yüklemek zor gelmeye başladı. Bir yerde ip koptu ve bloğa artık yazamaz oldum. Baktım olmuyor, yazmak gerek, ben de kara kaplı bir Moleskine günlüğünü gözüme kestirip yazmaya bu şekilde devam ettim. 2009’un ilk gününden itibaren her gün yazıyorum.

IMG_0589_resize
Okuduğum kitapları, seyrettiğim filmleri, fırınımda pişenleri, kızgınlıklarımı, sevinçlerimi, hastalıkları, gezileri, düşünceleri ve en çok da Can’ı yazıyorum. Bugün şöyle yaptı bugün böyle yaptı şeklinde… Her haftanın sonunda ise benim için haftanın en güzel ve en kötü olayını yazıyorum.
IMG_0567_resize
Bazı günler oluyor hiçbir önemli olay geçmemiş oluyor hayatımda… Bu sefer de fikirlerimi yazıyorum o günle alakası olmasa da…
Bazı günler oluyor ki yazmaya fırsat olmuyor, üşenmiyorum geçmişe dönüp, o günü düşünüp yazıyorum günlüğe, o sayfayı boş bırakmıyorum…
IMG_0571_resize
Yazmak kesinlikle çok iyi geliyor, çalışan bir anne olmak kolay değil, kendinize hiç vakit ayıramadığınız günler geçiyor peş peşe, o zaman bu günlük imdadıma yetişiyor. Bazen günlük yetmiyor, daha büyük, yine kara kaplı bir ajandaya daha yazıyorum, uzun uzun, ta ki kendimi yenilenmiş hissedene kadar. Neyse ki bu deftere çok sık ihtiyacım olmuyor... Kasvetli kış mevsimini geride bıraktık.IMG_0585_resize
Yazmak kadar okumak da bir ihtiyaç oldu. İlkokul yıllarında başlayan bu tutku, üniversiteye hazırlık ve daha sonrasında da üniversiteden mezun olma çabalarıyla sekteye uğramıştı. Okunan kitaplar test kitaplarıydı, sonrasında da teknik kitaplar... Üniversitede bu tutkuya devam etsem de esas dönüşü evlenip düzenimi kurduktan sonra gerçekleştirdim. Zaman zaman kısa aralar versem de okumaya yaşamımın sonuna kadar devam edeceğim sanırım. Yazmak gibi bir tutku çünkü okumak da...
Son zamanlarda her gün 1 saatimi okumaya ayırır oldum düzenli olarak. Her yazarın okunmayı hak ettiğini düşünüyorum. Yeni bir kitaba, yeni bir yazara başlamak bir keşif yolculuğu gibi...
IMG_0596_resize
Okudukça yazma isteğimin daha da arttığını fark ettim. Aralarında garip bir ilişki olsa gerek... Ayrıca çevremdekilerin de okumasını ister oldum. Bu sebepten sürekli kitaplar tavsiye edip, tavsiyeler alır oldum. Okuduklarım üzerine, okunanlar üzerine sohbet çok güzeldi çünkü. Bu güzelliği yaşamak için çevremdekilerin de okuyor olması gerekiyordu. Şimdi Can üzerinde çalışıyorum. Henüz kitaplarla olan ilişkisi; benim ona okumama müsaade etmeden elimden alıp şöyle bir evirip çevirmek sonra yere koyup üstüne çıkıp yükselmeye çalışmaktan ibaret(kalın bir masal kitabımız var). Sanırım yanlış kitapla başlamış olmalıyız. Sevgili Meral'in tavsiyesi üzerine yeni kitaplarla bu çalışmalara devam edeceğiz.
Bu arada Meral benim hayranlıkla karışık şaşkınlık duyduğum bir anne. Biri 3 yaşında, biri 5 aylık dünya tatlısı iki bebeği var. Hiç kitap okumamak için fazlasıyla bahanesi var aslında ama bizi yanıltıyor, 2. bebeğinden sonra bile okumayı bırakmayan gerçek bir kitapsever. Pek çok kitabı okumama vesile olduğundan, örnek olduğundan, kendisine teşekkürü bir borç biliyorum...
Son zamanlarda güçlenen bu iki tutkumdan bahsetmek istedim sizlere. Bu sayfalardan uzaktayken neler yaptığımı merak edenler için, aslında kendim için de, içimde ki tutkuya dem vuramayıp da yazdım...

Tutkularınız bitmesin hiç...

14 Nisan 2009

CARTE D'OR DAVETİ

Blog dünyasından uzaklaşınca etkinlikleri de kaçırır olmuştum. Bu durum beni üzüyordu açıkçası. Arkadaşlarımın biraraya gelip geçirdikleri keyifli etkinlikleri görünce, aralarında olamadığım için üzülüyordum. Emel'in vesile olmasıyla ben de haberdar oldum ve davet edildim bu etkinliklerden birine, şık bir e-davetiye ile...
Davetiyeyi gönderen Aylin Hanımı arayıp etkinliğin ne kadar süreceğini sormak istedim. Can Paşa yı ne kadar süre babasına emanet edeceğimi bilmek için... Aylin Hanım misafirinizi de getirebilirsiniz deyince, eşim geldi tabi aklıma, beraberinde de Can Paşa... Küçük bir hata yapmış olduğumun farkında değildim tabi. Can Paşa'nın yerinde durmayacağını, etkinlik boyunca yerinde durmayıp peşinden bir aşağı bir yukarı koşturacağımızı düşünemedim. Oysa ki planda eğer yaramazlık yaparlarsa dışarıya parka çıkmaları vardı. Ama hava o kadar soğuk ve rüzgarlıydı ki bu plan da altüst olmuştu...

Carte D'or ekibi çok samimi, çok nazik ve çok misafirperverdi. Kendimi çok iyi ağırlanan bir misafir gibi hissettim, Can'ın onca yaramazlıklarına rağmen...

Öncelikle çok güzel bir kahvaltı sofrası hazırlamışlardı.


Can bile severek yedi... Çikolatalı keki sevdi en çok.

Eminim herkes benimle aynı fikirde, koyu bir muhabbet, fikir alış verişi vardı... Can'ın peşinden koşturmaktan dolayı ben pek katılamasam da...

Kahvaltının ardından çeşitli dondurma sunumları başladı... 4 çeşit farklı sunum vardı. Hepsinden de tatmış oldum.

Bu güzel misafirperverlik yetmiyormuş gibi hediyelerle uğurlandık.
Carte D'or yakında bloğu ile katılıyor aramıza...
Hoşgeldin aramıza diyor, bu güzel etkinlik için teşekkürlerimi iletiyorum Carte D'or ekibinin her bir üyesine tekrar tekrar...